29 Kasım 2010 Pazartesi

Find a Cure For My Life

Sen doğma büyüme İzmirliyim diye geçin, Asansör'e yeni çık. Dün tarihe geçirdiğimiz bir durum Ayça'yla.

Bir de bazı reformlar gerektiğine kanaat getirdik yaşantımıza. "yaşantı"
Bu kelimenin ilk kullanıldığı sırada, herkes tarafından saçma karşılandığından ve yadsıyarak da olsa ara sıra güç bela kullandıklarından haberim var. Ama zamanla yaşantı deyip geçilebilecek bir duruma gelmedi mi aldığımız nefes, geldi.

Nefes demişken, bugün eczaneye ödediğim 43,00 törkiş liras'ın içime oturmasıyla eczane işletenlerin yarasına da parmak basmış oldum. Onlar mustarip, halk onlardan musdarip. Biz ülkecek mustaripiz gerçi ama, siyaset hakkındaki değerli yorumlarımı açık oturumlarda oturtmayı daha çok seviyorum. Kendimi kaybetmiş olmalıyım ki ofise öğle tatilimin bitiminden 20 dakika sonra geldim. Önceki kontrollerimde bana 5'er lira geçirmişler, ayrıca ilaçlarımdan 1 tanesini ödemiyor sigorta, birinin de %20'sini ben ödüyorum. Sosyal güvence filan hikaye yani. Patronumdan ssk ödemesini direk bana yapmasını talep edeceğim. Ben kendime bebekler gibi bakarım.

19 Aralık'a çok varmış daha. O zaman bir film iyi gider şimdi -> The Good Guy

22 Kasım 2010 Pazartesi

Benim Babam Toyota Gibi Adam

Akşamları yemek yerken genelde televizyonum açık oluyor. Çoğunlukla reklamlara dikkat kesiliyorum. Nasıl bir heyecan ve slogan meydana çıkarılmış, reklam filminin senaryosunda ne kadar ince espriler var ya da ufaktan dokundurmalar var onlara kafa yormak ayrı bir keyif (notun dibi: reklamlar kapitalizmin kalesidir).

Babasını hayatında hiç görmemiş, ya da ondan nefret etmiş, hayatında hiç baba dememiş-diyememiş insanları; çocuk sahibi olamayan ve bunun için bin tane doktor kapısı çalan erkekleri çöpe atan bir reklamdan bahsetmek istiyorum. Bir de tüm bunlar bir tarafa, sadece erkeklerin alabileceği bir otomobil izlenimi veriyor. Hoş benim anam toyota gibi hatun demek abes kaçardı ama iki taraflı düşünerek yaz şu reklam metnini canına yandığım. Ayrıca ufak çocukları sidik yarışına sokarcasına benim babam güçlü, benim babam öyle, benim babam süpersonik, benim babam troll... Bu reklam filmi için biri de gıkını çıkarsa da tazminat davası açsa, bak bakalım düşünmeden, zart diye akla gelen kafiyeli sözleri sosyal sorumluluk süzgecinden geçirmeden atıverebilecekler mi o makinanın içine.

Ahlak polisi değilim, babamla yaşıyorum, ama ben kime diyorsam. Tek örnek bu değil. İyice gıcık oldum.
Bitsin hadi.

21 Kasım 2010 Pazar

Pandomim


Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde "Aa pandomimci!" nidaları eşliğinde bir süre izlediğim gösterilerden biriydi.

En basit tabiriyle sözsüz tiyatro. "Tiyatroya sinemalara gidildiği kadar gidilmiyor kaldı ki sözsüzüne gidilsin." bıdıbıdısı yapmayacağım, zira İzmir'de böyle bir durum da gözüme çarpıyor değil.


Bu gösteriye de ilgi duyarak durup izleyenler vardı elbette ama eminim bir kısmı da bilinçsizce ve o an için, ilgi çekici olduğu için rağbet gösterdi.

Pandomim gösterileri, Sokak Sanatları Atölyesi Tiyatro gösterimi adı altında, her cumartesi saat 12:00 'de Konak belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi'nde.

Fötöğref: Semra DURA

20 Kasım 2010 Cumartesi

Ruhuna Fatiha


Bayram münasebetiyle atalarımın kabirlerini İzmir'in farklı uçlarında olmasına rağmen ziyarete niyetlendim. En son babamın anne ve babasını ziyarete gittiğimde soyadımın mezar taşında yer alması beni acayip bir psikolojiye soktu. "SEMRA DURA Ruhuna Fatiha" diye düşünme düşünmeyebilirsen.

Ürkütücü ve soğuk bir mekan yerine (günlük güneşlik bir sabah olduğundan sanırım) yaşanılabilitesi olan bir yer gibi geldi bana burası, kanım kaynadı diyeyim de abartıda üstüme olmasın.

Ama öyle, yani bir kulubeyle babaannemin sol tarafına yerleşke kurmayı planladım bir an için. Tüm bunlar hayatın verdiği yaşamdan soğuma belirtilerinden kaynaklanan bir şey değil, o anki psikoloji.

Her neyse Hermann Hesse'in de Montagnola yakınlarında yer alan Gentilino’da Sant’Abbondio mezarlığına da ziyarette bulunup ruhuna bir fatiha okumak isterim, ya da ona bir istavroz çıkarırım, kim bilir. Ami(e)n.

19 Kasım 2010 Cuma

girizgâh

süregelen yazı tarzımı değiştirmeye karar verdim ve di mi john'un da gazlamasıyla üşendiğim bu sayfayı açtım nihayetinde. daha aktüel, samimi şeyler var aklımda.

ayrıca şu da var ki blogspot; twitter, facebook vb sitelerden daha özgür bir alan.
kabul edenler? etmeyenler?

kabul edilmiştir.